SEYFETTİN BAYRAM I BUSINESS LIFE GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Sahilde Kafka romanında yazdıklarıyla Haruki Murakami, beni çok etkilemişti. Hala da hatırlarım. “O kum fırtınası bittiğinde, nasıl olup da onun içinden geçebildiğini, nasıl hayatta kalabildiğini tam olarak anlayamayacaksın. Hayır, o fırtına gerçekten bitti mi bunun bile farkına varamayacaksın. Yalnız, tek bir şeyden emin olacaksın. O fırtınanın içinden geçtikten sonra, fırtınanın içine ayak attığındaki kişi olmayacaksın artık, aynı kişi olmayacaksın.”
Bugünlerde ruh halim biraz böyle. Ülke ve dünya gündemi hepimizi yoruyor. Fırtınalar ard arda geliyor. Fırtınadan çıktıktan sonra hala aynı kişi miyiz peki? Aynı ülke miyiz? Henüz tüm fırtınalar dinmedi ama şimdiden düşünmek gerek! Neleri kaybediyoruz? Daha ne kadar nereye kadar?
DEHALAR HANGİ SINIFTAN ÇIKAR?
Ve yeniden Atamızı anmadan, liderliğinin dehasından etkilenmeden geçmeyen bir gün daha bir hikaye geliyor aklıma. Bir insana yakışan en güzel ve en sihirli vasıflar tevazu, vicdan ve adil olmaktır. Yeni kuşakların, teknolojik gelişmelerin çarkında bu tür hasletlere mesafeli olduklarını gözlemliyorum. Ticari hayatın acımasızlığının, cılız kuvvetleri affetmediğinin elbette farkındayım. Yukarıda bahsi geçen üç insani yapıya sahip olmanın unvan ve liderlik yapılarımıza halel getirmesinin aksine saygınlığımızı artıracağına inanıyorum. Sesi, iş gücü ve stresten alevler saçan bir lidere mi, yoksa sıcak ve munis tavırlarla komuta ettiği insanları sevk ve idare edebilen ahenkli insana mı hürmet daha fazladır? Suistimale açık bir konudan bahsettiğimin farkındayım. Dikkate değer kabul etmediğim bazı kesimlerin bu duruma taktığı 'ahmak' lakabının tersine, ben 'aklıselim sahibi' kişilik tarifini benimsiyorum. Yeryüzünü ve sosyal dokuyu şekillendiren kişiliklerin de bu vasıfları taşıyanlar olduğuna inanıyorum. Dehalar da işte bu sınıftan çıkıyor.
"KÖYLÜ AZ BİLE HAKARET ETMİŞ"
Düşünün; savaştan çıkmış, koskoca bir devlet kurmuş Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e, Anadolu'da bir köylü hakaret eder ve dava açılır. Konu Ulu Önder'e kadar gider. Atatürk, "Ben ne yapmışım ki ona?" diye sorar. "Gazete kağıdıyla sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş ve sinirlenmiş efendim" cevabını verirler.
Atatürk, “Siz hiç gazete kağıdıyla sigara içtiniz mi” der ve devam eder, "Ben Trablus’tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şeydi. Köylü bana az bile hakaret etmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız” talimatını iletir.
İşte benim bahsettiğim, 'tevazu, vicdan ve adil olma anlayışı.’ Sonsuzluğun ufuklarında yıllar geçse bile parıl parıl parlayan ve hayret uyandıran liderliğin altında yatan evrensel düşünce yapısı tam da budur. İzahı bile mümkün olmayan güce ve dünya görüşüne sahip olup kuvvetinin cinsini bir kenara bırakarak, nahoş şekilde bile olsa bir köylünün talebine 'tevazu, vicdan ve adil olma' seciyeleriyle çözüm üreteceksin. Bu hususiyetin sırrı da zaten, maddi hatlardan ziyade manevi gerçeklikte gizli.
Ekim sayımızda CEO’ların son çeyrek planlarını inceledik. Bakalım fırtına sonrasına ne kalacak?
İyi okumalar