PROF. DR. EMRE ALKİN I EKONOMİST / İSTANBUL TOPKAPI ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ
Uluslararası kuruluşların Türkiye'ye ilişkin 2025 değerlendirmeleri son zamanlarda oldukça ilgi görüyor. OECD'nin son raporunda Türkiye'nin makroekonomik parametrelerine ilişkin bazı tahminler yapıldı. Raporda Türkiye'de 2025 yılında yıllık ortalama enflasyonun yüzde 30,7 olması beklenirken, 2026 yılında bu oranın yüzde 17,2'ye düşeceği belirtiliyor. Özetle, sahadaki ajanların elle tutulur veriler toplayarak yazdığı OECD raporlarında bile tek haneli enflasyon beklentisi yok.
Aslında Merkez Bankası'nın 2026 yılı için tek haneli enflasyon beklentisinden vazgeçtiğini de görüyoruz. Hatırlatmak gerekirse, 2024 yılı yıl sonu enflasyon tahmini dördüncü kez revize edilerek yüzde 44 olarak açıklanırken 2025 yılı tahmini yüzde 21 olarak revize edildi. Merkez Bankası 2026'da yüzde 12 enflasyon öngörüyor. Elbette 48 ayda ne olacağını bilmek çok mümkün değil ama reçete uygulandığında tek haneli enflasyon hedefinin neredeyse imkansız olduğu herkes tarafından görülüyor.
OECD’DE BİRİNCİYİZ
G20 ülkeleri sıralamasında, yüzde 120 enflasyon oranına sahip Arjantin'den sonra ikinci sırada yer alan Türkiye, OECD ülkeleri sıralamasında ise birinci sırada yer alıyor. Daha önce de belirttiğim gibi birçok ülke bir yıl içinde enflasyonla mücadele politikalarında başarılı görünüyor. Ancak Türkiye'de hedefler sürekli revize ediliyor ancak o hedefe de ulaşılamıyor.
Enflasyon, döviz ve faiz oranlarından bahsederken Fransa'da hükümet güven oyu alamayıp düştü. Almanya şubat ayında erken seçime gidiyor. AB'nin iki büyük ekonomisi, Rusya-Ukrayna, Gazze, Lübnan ve Suriye'deki çatışmaların ortasında siyasi bir kriz yaşamaya başladı. Trump göreve geldiğinde, her iki ülkedeki yeni hükümetlerin henüz görev sürelerine başlamamış olması muhtemel.
Dünya çapında sağduyunun giderek azaldığını ve aşırı sağ unsurların hakim olmaya başladığını gözlemliyoruz. Bu gelişme veya dalga insanlığa iyilik getirmeyecek. Rousseau'nun dediği gibi "güçlüler her zaman haklı değildir; sağduyunun bittiği yerde kimse haklı olamaz."
Türkiye'yi karşı karşıya olduğu sorunlardan kurtaracak bir çıkış yolunun veya yeni bir anlatının acilen ortaya çıkması gerektiğine inanıyorum. Beklenen kabine ve önemli değişikliklerin buna katkıda bulunmasını umuyorum.
KREDİ İLE YAŞAMAYI ÖĞRENMEK
Ne yaşanırsa yaşansın, artık tüm çözümler, tüm beklentiler Anayasa değişikliğine dayandırılmış durumda. Dolayısıyla nisan ayına kadar Türk para ve sermaye piyasalarında ciddi dalgalanmalar, dolar/TL’de yeni zirveler ve piyasadaki faizlerde adım adım yükselişe şahit olacağız. Bundan kaçış yok. Tasarruf etmenin neredeyse imkansız olduğu Türkiye'de insanlar artık iki şeyi öğrenmeli: Birincisi kredi alabilecek şartları sağlamayı, ikincisi de aldığı kredileri yöneterek ayakta kalmayı. Bunu neden söylüyorum? Çok basit: Eğer bir işi kredi alıp yürütemeyeceğinizi düşünüyorsanız, kendi paranızı da koymayın. Çünkü paranın alternatif maliyeti var. Bankaya yatırdığınız zaman daha fazla kâr edecekseniz, kendi paranızı işe koymanız akıllıca olmaz.
Artık “kredi” ve “özsermaye” arasındaki tutucu yaklaşımların bir kenara bırakılması zamanı geldi. Bir de ekonomiyle ilgili söylemlerde karışık değil net bir dil kullanılmalı. Mesela “aşağı yönlü riskler” gibi yabancı dilden girmiş lüzumsuz yaklaşımlar var. Ben de soruyorum “yukarı yönlü risk” ne oluyor acaba? Madem aşağı yönlü riskler var. Bu örnekleri çoğaltabilirim. “Kayıtsızlık” eğrilerine “farksızlık” eğrisi diyenler de vardı bir zamanlar. İngilizcesi “indifference” olduğu için. Çözüm bulamadığı için sözcük bulmaya çalışan halimiz bizi gülünç hale getirmesin. Dikkatli olalım.
ANLAŞILIR OLMAK
Geçenlerde Merkez Bankası kurmaylarıyla yaptığım toplantıda aklıma geldi bu anılar. Sözü aldığımda bu sebeple “anlaşılır konuşun lütfen” dedim. Merkez Bankası bir banka analisti gibi konuşmamalı. Söylediği çıkmalı. Diğer taraftan “basit olayım” derken de işi sulandırmamalı. “FED kararı açıklansın herkes rahatlar" sözü, 21’inci yüzyıl paradigmalarıyla örtüşmüyor. Bu kadar basit değil işler. Tabii bir de “Trump yemin etsin, koltuğa otursun işler düzelir” sözü de var. Bu da aynı şekilde felsefeden yoksun bir yaklaşım. Başkalarının durumuna bakarak vazife çıkaran halimizden kurtulmadıkça hiçbir gelişmenin bize olumlu yansıması ihtimali yok.
Terör belasıyla ilgili güçlü adımlar atmak, Dolar/TL'nin hareketiyle kıyaslanmayacak kadar önemli. Önce başımızdaki ciddi belaları bertaraf edecek adımları atalım. Bu konuda “bir” olalım. Kendimize ait ciddi meseleleri çözelim. Sonra başkalarının yaptığının bizi nasıl etkileyeceğine dair hamaset yaparız. Doya doya.
Bu konuda en ciddi görev bazı meslektaşlarıma düşüyor. Anlıyorum, onlar da görev bekliyor ama önce toplumu doğru aydınlatma görevini yapsınlar. Kırmadan incitmeden. Acı günlerden geçtiğimizi unutmadan. Gerisini de görev bekledikleri büyüklerine bıraksınlar.