CANAN ERCAN ÇELİK I BUSINESS LIFE YAZARI
“Yeterince beklersen her şey geçer, beklemeye alışırsan senden de geçer.”
Sevgisiz, sağ duyusuz, acımasız, çıkar odaklı, bölünmüş bir dünya düzenini besledikçe besler olduk. Normlar değişiyor, ortaklaştığımız duygular, değerler, neşe odaklarımız giderek yok oluyor. Ayrıştıkça ayrışıyor, kutuplara savruluyoruz. Ekonomik krizler, siyasetin karanlık dehlizlerinde gezinenler etkileşimleri derinleştiriyor, adaletin terazisi bozuldukça bozuluyor. Toplumlar genelindeyse giderek artan bir sessizlik, kabullenmişlik ya da uyumlanma hali egemen oluyor. Sosyal psikolog Solomon Asch tarafından 1950'lerde yapılan bir uyum deneyinde katılımcılara bir dizi çizgi gösterilir ve bu çizgilerin hangilerinin birbirine eşit olduğu sorulur. Deney, bireylerin grup baskısı altında tepkilerini ve ne kadar uyum sağladığını inceler.
Katılımcılardan, bir referans çizgiye en yakın uzunlukta olan çizgiyi seçmesi istendiğinde. deney grubunda katılımcıdan önceki grup üyelerinin çoğu bilinçli olarak yanlış cevabı seçer ve denek, bu yanlış yanıtları duyduktan sonra kendi cevabını verir.
SOSYAL UYUM
Sonuç olarak, katılımcıların önemli bir kısmının, gruptaki diğer kişilerin yanlış cevaplarına uyum sağladığı ve doğru olduğunu bildikleri cevaptan saptığı görülür.
Peki sosyal baskıya neden bu kadar duyarlıyız ve topluluk etkisi ile kendi yargılarımızdan vazgeçip grup görüşüne uymaya yelteniyoruz? Asch sosyal uyumun bu denli yüksek olmasını şöyle açıklıyor: Sosyal gruplara ait olma ve kabul edilme isteğimiz, sosyal onay ihtiyacı duymamız bizi topluluk görüşüne aykırı düşmekten alıkoyuyor, dışlanma ya da eleştirilme korkumuz uyumlanmayı tetikliyor. E bir de, kendinden şüphe etme durumu var. Onca insan bu denli bariz bir durumun tersini söylüyorsa bir bildikleri mi var kuşkusu cevabı şekillendirebiliyor. Dertsiz başa dert almamak, çatışmadan kaçınmak da azımsanmayacak bir faktör. Diğer yandan, ayrık otu olmak, herkes aynı görüşü savunurken ve karşıt görüşle yalnız hissetmek de cesaret işi, doğrusu pek rastlanmıyor. Grup içinde bir otorite figürü ya da tanımlı normlar varsa grubun doğruyu bildiğini varsayıp uyumlanma, otoriteyi sorgulamama durumu da fazlasıyla etkili olabiliyor.
TEK BİR KİŞİ DOĞRUYU SÖYLERSE
Bu baskı ve uyumlanma eğiliminin kırılması deneyde gruptaki tek bir kişinin doğruyu söylemesi halinde bile mümkün oluyor. Bir kişi bile doğru cevabı verdiğinde, denekler üzerindeki baskı önemli ölçüde azalıp "sosyal destek" olarak tanımlanan bir etki ortaya çıkıyor. Yalnızlık hissi azalıyor, kendi yargılarına güven, bağımsız davranma ve doğru cevabı verme olasılığı artıyor. Dahası grup normlarına direnç gelişebiliyor. Günümüzde belirginleşen toplumsal kutuplaşma ve ayrımcılıklarla, sosyal medyada ve topluluklar genelinde gelişen linç kültürünün ‘sosyal uyum’ baskısını derinleştirip, olumsuz davranış kalıplarının yayılımında etkili olduğunun da altını çizmeli. Gerçeküstü bilgilerin veya duyumların, aksi ispat edilse bile hala kabul görmesi birçok psikolojik, sosyolojik ve medya kaynaklı nedene dayanabiliyor. İnançlara sıkı sıkıya bağlı kalmak, grup kimliğini korumak, bilişsel uyumsuzlukla başa çıkmak ve yön bulmaya çalışmak gerçeklikten kopmaya, toplumda daha büyük bölünmelere ve yanlış bilgilere dayalı kararlar alınmasına yol açabiliyor.
Sınırsız dezenformasyon ve manipülasyon, itinayla körüklenen ‘biz ve onlar ayrımı’, semboller ve anlatılarla bağlamdan koparma, korku, panik, acil durum sanısı yaratma, algı yönetimi ve propagandayla toplumsal güven ve dayanışmayı zedelenme gibi ince ince örülmüş mekanizma ve stratejiler bütünü olduğunu ayrımsamamız gerekiyor.
İÇİNİZDEKİ SESİ DİNLEYİN!
Sosyal baskı, linç kültürü ve çarpıtılmış gerçeklik mekanizmaları çoğu zaman bağlamından koparılmış veya gerçekdışı bilgilerle beslenip, toplumsal diyaloğun ve karşılıklı anlayışın zayıflamasına neden oluyor. Biz de sağlıklı bir tartışma ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerden yıldıkça, toplumsal uzlaşma sağlamak, linç kültürünün etkilerini azaltmak üzere eleştirel düşünce, empati ve farklı görüşlere saygı ortamını ötelemiş oluyoruz.
Hiç şüphesiz ki, linç mekanizmasının zaten duyup, değer bulmadığımız farklı taraflardan çok, kendi içimizden gelen farklı görüşlere yönelik olması da en çarpıcı hususlardan biri. Grup kimliğine, normlarına ve bütünlüğüne yönelik bir tehdit algısı, farklı görüşlerin, grup içindeki mevcut düzeni bozma riski bu durumu kontrol altına almak için sert tepkilere yol açıp, aynı zamanda grup içinde çeşitliliği ve özgür düşünceyi bastırmaya yönelebiliyor. Asch deneyinde 1 kişinin gerçeği söylemesinin yarattığı sosyal direnç olgusunu referans alırsak bu orantısız tepkileri yorumlamak da zorluk çekmeyiz.
Özetle, çoğumuz fırtınalı bir denizde akıntıya kapılmış gibiyiz. O zaman bir kişiyi beklemektense belki de gürültüye pabuç bırakmadan, iç sesimizi dinleme zamanı. Şu soruyla başlayabiliriz: Uyum sağlayıp, alışıp geçmesini mi bekliyoruz, yoksa beklerken kendimizden de mi geçiyoruz?