CANAN ERCAN ÇELİK I BUSINESS LIFE YAZARI
Ne çok şey oldu yine! Yine aklın almadığı, yüreğin taşıyamadığı ne çok olay.
Oysa yıl daha başlangıç evresindeydi, hayaller, planlar taze, fonda Davos, Trump’ın ikinci başkanlığı, üzerine DeepSeek şoku ve artçı etkileşimleri, eğitim sistemimiz, iklimle mücadele gibi insanlığa, dünyaya, geleceğe dair nice konuda yazabilir, tartışabilirdik. Ama biz yine ihmaller zincirlerinde, açgözlülükle alınmamış önlemlerin, sisteme sırtını dayamışların, göz yumanların, denetimsiz bırakanların, sorumluluk almayan, işini layığıyla yapmayanların, yap boz tahtasına dönüşen mevzuat değişikliklerinin peşine düştük.
Tatile gidip, bir gecenin ortasında korkunç bir yangında hayatını kaybeden 38’i çocuk, 79 kişinin acısı, ailelerinin kederi ve bu düzenin parçası olmanın utancıyla geri gelmelerinin mümkün olmadığını bilerek en azından bu facianın hesabı sorulsun ve ruhlar hafiflesin diye bir çaba içine girdik. Bir taraftan her birinin isimlerini, yarım kalmış hikayelerini, bıraktıkları izleri, fotoğraflarda asılı kalmış bakışlarını, o sıcacık gülüşleri belleğimize kazıyıp unutmamaya, unutturmamaya çalışarak.
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” Albert Camus
‘Yoksulluk kader oluyor’ diye yazmıştım bir yazımda. Coğrafya da kaderimiz oldu. Benzer şekilde zamandan ve kendimizden uzaklaştığımız hissini, derin bir üzüntüyü, kederi, içimizden taşan öfkeyi, tepkiyi kaç kez ve ne şiddette hissettiğinizi anımsıyor musunuz?
Çok uzağa gitmeden son birkaç yıl içinde olanları düşünelim. 6 Şubat depremlerinde de böyle olmuştu, İliç maden kazasında, maden göçüklerinde, sel felaketlerinde, yenidoğan çetesi ortaya çıktığında, Narin’in katlinde, nice kadın ve çocuk cinayetinde, kaza olmayan iş kazalarında, haksızlık, hukuksuzluk sınırları alabildiğince zorlandığında, okula aç giden, gece aç uyuyan çocukların gölgesinde böyle hissetmemiş miydik?
‘Üç büyük devle savaşıyoruz sevgili Sancho. Adaletsizlik, korku, cehalet.’ Miguel de Cervantes
SEMBOLİK CEZALARLA YETİNMEK
Peki nasıl ve ne zaman küllendi bu duygular? Nerede unutmaya, alışmaya, normalleştirmeye başladık? Seçilmiş, sistemi değil nokta atışla sorumlu kılınacak kişiler üzerinden yapılan değerlendirmeleri kabullenip, verilen sembolik cezalarla yetinir olduk?
Sağır kulağa sözüm yok, köre ne göstereyim
Duymazlıktan, görmezlikten gelenler;
Bir de size sormalı, ya ben nereye gideyim?
Metin Altıok ‘Ben Üzre’
Devletin varlık amacı, görevi, bizim hak ve özgürlüklerimizi korumak, toplumsal düzeni sağlamak ve güvenli, huzurlu bir yaşam zemini sağlamak değil mi? Neden açıklarının üzerini kapamasına, sorumluluktan kaçmasına, yaptırımların zaafiyete uğramasına, yanımda olan yanmasın, hazır fırsat varken benden olmayan da karalansın diye uğraşılmasına, onarıcı, önleyici aksiyonlarda çoğunlukla ‘mış’ gibi yapılmasına göz yumuyoruz?
İYİLİK LAFTA KALIYOR
Lafta hepimiz iyi, adil, idealistiz, hayat pratiklerindeyse onca yan yol, kaçamak, ‘fıtrat’, ‘kader’ kalkanı, iş bilirlik, yasal boşluk, değerlerin yozlaşması, kutuplaşmalarla ayarı şaşmış vicdanlarla iyi insan olmak, iyi kalmak zor.
E bir de eylemden kaçınıp otoriteye teslim olma, bazıları için sığınma durumu da eklenince ay bile değil birkaç haftada yüreklerdeki ateş külleniyor. Mağdur olan çektiğiyle, giden gittiğiyle, acısı da sevdikleriyle kalakalıyor.
Bu döngüyü nasıl kırabiliriz? Toplumsal irade gösterip dayanışma ruhuyla, kaybettiklerimizin anılarını onurlandırarak, kendimize ve birbirimize sahip çıkarak bir ortak, aydınlık bir gelecek yaratabilir miyiz? Unutmadan, unutturmadan yeni bir toplumsal doku inşa edebilir miyiz?
Cevabı her birimizde ve ‘biz’de. Aynı şeyleri yapmaya devam ettikçe sonuç malum.
Yok yetti artık derseniz, son sözü Madımak yangınında yitirdiğimiz kıymetli şair Metin Altıok söylesin:
Yarın farklıdır bugünden,
Adı değişir hiç olmazsa.
Kara bir suyu
Geçiyoruz şimdilerde
Basarak yosunlu taşlara.
Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla.