PARANIN İTİBARI

PROF. DR. EMRE ALKİN I EKONOMİST / İSTANBUL TOPKAPI ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ

Merkez Bankası’nın faizi sabit tutacağını tahmin ediyorduk. Ancak döviz kredilerindeki hızlı artışı frenlemek için büyüme sınırı koymayı düşünmeleri bir yenilik oldu. Sanıyorum ben dahil birçok ekonomistin bu konudaki ısrarlı uyarıları karşısında tehlikenin farkına vardılar.

Diğer taraftan TL Mevduat ve KKM ile ilgili zorunlu karşılıkları artırmaları dikkate değer bir gelişme oldu. Demek ki KKM’nin hızla azalmasını isterken, bankaların mevduat faizlerini düşürmek için harekete geçmiş olmalarına bir misilleme yapılmış. Bu sayede mevduat faizleri gibi kredi faizlerinin düşmesi engellemeye çalışılmış.

Bankaların ve finans kurumlarının kredi vermeye çok meraklı olmadıkları ortamda, kredi faizlerinin düşeceği korkusuyla kaynak maliyetini ve sürtünmeyi artıran girişimlerde bulunmak ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak “makro ihtiyati tedbir” parantezinde yapılanlar hepimizi yordu. Bir ülke ekonomisi 6 yıldır “force majeur” bir süreç yaşıyorsa bunun sorgulanması gerekiyor. Sokaktaki vatandaştan tüccar ve esnafa kadar herkes “kabak tadı verdi artık” diyor

MESELE BASİT…

Bakan Şimşek “program carry trade ile yürümüyor” dese de tamamen dövizden TL’ye dönüş iştahıyla devam ettiğini görüyoruz. Anlaşılıyor ki ekonomi yönetimi bu durumu endişe verici bulsa da, her meselede olduğu gibi bu gerçeği de “yok hükmünde” göstermeye çalışıyor. Döviz kaynağına ihtiyaç duyan bir ülkede, döviz kazandıran faaliyetleri zora sokup “vur-kaç” için gelen yatırımcıya yol vermek son derece tehlikeli bir yaklaşım.

Bu arada sürekli olarak “döviz almasak daha da düşerdi” diyen ekonomi yönetimine “o zaman ihracatçının dövizine el koymayı bırakın” demek lazım. Demek artık ihtiyaçları yok. İhracat gelirlerinin yüzde 40’ına el koymayı bıraksınlar. Madem ki şimdi piyasadan döviz alıyorlar, o zaman ihracatçıların dövizlerine el koymaya gerek yok.

Bir başka gerçeği de söylemeliyim: Bir ülkenin itibarı parasıdır. Paranın değeri itibarını gösterir. Yurt dışında TL’ye uygulanan açığa satış sınırlaması kalkınca, ulusal paranın gerçek itibarını göreceğiz. Bu geciktikçe TL’nin gerçek değerini öğrenemeyeceğiz. Sanıyorum yabancı yatırımcılar ya da bazı ayrıcalıklı kişilerle kurumlar hazır olana kadar bu yapılmayacak. O zamana kadar döviz kurlarının düşük seviyesinden faydalananlar olacak. Kurgunun bu kadar basit ve net olduğu bir ortamda teknik konuşmalarla insanların akılları karıştırılmaya çalışılıyor. Halbuki mesele oldukça basit.

 

BAKALIM MÜZİK DURUNCA KİM AYAKTA KALACAK ?

Arkaya arkaya bazı gelişmelere göz atınca yatırımcılar için dikkatli olunması gereken bir sürecin içinde olduğumuzu anlamak kolaylaşıyor.

Türkiye’deki firmalar rekor seviyede döviz cinsinden borçlanma başladı. Rezervlerde artış devam ediyor, diğer taraftan yabancıların da ciddi bir tahvil alımı var. Nereden bakılırsa bakılsın güçlü bir “carry trade” ortamı oluştu. Eğer döviz kuru hiç kımıldamaz ise yabancıların ve yerlilerin oldukça ciddi kazançlar elde etmeleri mümkün. Ancak gelişmelerin ikircikli tarafına göz atmamız gerekiyor.

Daha önce Türkiye’deki hukuk sistemini ve adaleti bahane göstererek yabancı sermayenin gelmek istemediğini iddia eden uluslararası kurumlar, bahsettikleri şartlarda bir değişiklik olmadığı halde neden olumlu konuşmaya başladı ? Sıcak paranın bir anda Türkiye’ye bu denli ilgisinin artmasının arkasındaki saikler acaba ne ?

Her şeyden önce gelen paranın istikrarlı olmadığını bilmeliyiz. Diğer taraftan Türkiye’nin CDS primlerinin düşmesinden faydalanarak yurt dışından daha ucuz maliyetle borçlanan Türk şirketlerinin sayısı artınca, bu olanağa sahip olmayanlar da yurt içinde yabancı para cinsinden borçlanmaya başladılar. Dolayısıyla mesele şöyle bir oyuna dönüştü: “10 kişi dans ediyor 9 iskemle var, müzik durunca kim ayakta kalacak ?”

Aslında ortada aman aman bir gelişme yok. Sadece yaz aylarının sonuna doğru TÜFE’de baz etkisinden kaynaklanacak 20 puanlık düşüş üzerine kurgulanmış bir tasarımdan söz ediyoruz. Faizler yüksek iken tahvil satın alan yabancılar, Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmesini bekliyorlar ki kazanç katmerli olsun.

Türk şirketlerinin alabildiğine döviz borçlanmaları şundan kaynaklanıyor olabilir. Uluslararası kurumlar “bir yıl sonra dolar 45 TL” diyor ve bu öngörü şu an 32 TL civarındaki Doların yüzde 40 yükseleceği anlamına geliyor. Üzerine de borçlanmanın maliyeti eklenecek tabii. Büyük ihtimalle firmalar “Yüzde 65-70 ile TL kredi alacağıma döviz kredisi alırım daha iyi” diyorlar. Zaten bankalar “döviz kredisini vermek daha kolay” diyor. Ancak Türk ekonomi tarihinde bombanın fitili hep böyle ateşlenmiştir.

Hep söylediğim gibi kaynak kompozisyonlarına bakınca bankaların döviz kredisi vermeleri gayet doğal ancak ortaya çıkan durumu “sıkı para politikası” diye adlandırmak mümkün değil. Para arzı hem mevduat çarpanı hem kredi çarpanı ile hızla büyürken ekonomi kurmayları efektif talebi nasıl kontrol altına almayı düşündüklerine dair herhangi bir ipucu vermiyorlar.

Yukarıda belirttiğim gibi bütün kurgu baz etkisiyle düşecek 20 puana bağlanmış durumda ve bu gerçekleştiğinde “dememiş miydik” diye propagandası yapılacak. Sanıyorum asıl bundan sonra bizi zor günler bekleyecek. Dolayısıyla iyi günlerin fırsatlarını kaçırmamak gerekiyor.

BUSINESS LIFE