BİR DİRENİŞTİR YAŞAMAK

Yok öyle umutları yitirip,
karanlıklara savrulmak
Unutma, aynı gökyüzünün altında,
Bir direniştir yaşamak.  
Nazım Hikmet

Bir aralar yaş dönümlerimde kendime bazen de benzer evrelerden geçenlere yönelik yazılar yazıyordum. Yıllar içinde bu yazılarım giderek seyrekleşti. İçten içe hesaplaşma, bir bilanço çıkarma huyum değişmedi gerçi, kişisel tarihime düştüğüm notlar azaldı. 40’lı, 50’li yaşlarda olduğu gibi 60’lı yaşlar da ürkütmüyor beni. Gerçekçi olmak lazım, hissettiğim yaşla bedenim arasındaki eşgüdüm zaman geçtikçe azalıyor. Hayatın kıymetini bilerek ve minnetle karşılama halim ise kökleniyor nicedir.

Böyle zamanlarda kendime, yaşanmışlıklarıma, onca yıl biriktirdiklerime, sağlık durumuma, varlığıyla çoğaldıklarıma, yokluğunu sarıp sarmaladıklarıma, kanadımdaki kırıklara, yaşamın eşsiz güzelliklerine, sevgili aileme, ‘iyi ki var’larıma, kendime, içimdeki çocuğa, hanemizin neşesi can dostumuza, çevreme, ülkeme, dünyaya, doğaya bakıyorum. Neyin içinden geçmişim, kalan ömrüme ne katmışım sürekli düşünmekteyim.

GERİDE KALAN ZAMAN HAYATA EŞİT, BOŞA HARCANMIŞ ZAMAN İSE ADETA EKSİK!

Varlıklar kadar, yoklukların da benliğimi şekillendirdiğini kavrayabilmiştim. Çocuk yaşta kaybettiğim babamdan sonra, geçtiğimiz yıllarda yokluklar hanesine annem de katıldı. Bu kez uzun bir ömre eşlik etme ve vedalaşma şansı bularak ve her ne kesitte, nasıl olursa olsun, yine de köklerimden savrularak.

Bundan sekiz yıl önce şunları yazmışım: “Yaşam döngüme giren bir diğer ülke alabildiğine dingin, doğduğum memleketime zıt. Şifalandırdığı kadar yoruyor da bu zıtlık! Zor zamanlardan geçiyoruz büyüdüğüm topraklarda. Her gün ayrı bir sınav, alışmadığım, çalışmadığım yerlerden vuruyor hayat, öyle ara sıra değil neredeyse her gün. Her gün bir başka kale yıkılıyor içimde, kumdan kaleler yapmışım meğer, rüzgara karşı tutunamıyorlar. Laik, demokratik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin çocuğu olarak büyüdüm, öyle yaş alamıyorum.

Farklı dengelerde, komşu ülkelerle barışık olduğumuz zamanlarda geçti gençliğim, şimdi ne yurdumda ne cihanda barış ve huzur ortamındayım. Değer yargıları bugünkü gibi şaşıp bozmazdı dengemi, kadın olmanın zorlukları vardı, ne var ki hiç bu denli endişelenmemiştim çocukların, genç kızların geleceğinden, eşitsizliklerden. Yüreğim sıkışmazdı bu kadar, böylesi bir şiddet ortamı yoktu. ‘Kızlar okula’ denirdi, çocuk gelinler olmasın diye çabalanırdı, ülke gündeminde aile planlaması vardı, para, güç, kutuplar ve yandaşlık üzerinden kurulu değildi toplumsal yapı. Utanma duygusu, yerli malı hassasiyeti, hesap verme anlayışı vardı. Yasama, yürütme, yargı iç içe geçmemişti. ‘Hukuk Devleti’ olgusu lafta değildi. Kavramlar, tanımlar ortaktı, yaptırımlar kişiye göre değiştirilmezdi. Bilginin, ilimin hükmü, sanatın özgürlüğü, sivil toplumun etkisi vardı. Ayrımcılık yapmayan komşuluklar, sıra arkadaşlıkları, karma sosyokültürel paylaşım ortamları bulurduk. Düşüncemizden, düşüncemizi ifade etmekten korkmazdık. Eğitimin değeri, liyakat sistemi, bürokraside bir adap, ne olursa olsun siyasi bir nezaket, eleştiriye tahammül vardı. Gazeteciler fikri hür yazar, sorar, araştırabilirdi. Ayrık olmaktan, doğaya, ağaçlara, birbirimize sahip çıkmaktan çekinmezdik. Hak temelli bir toplum değildik tam ama hak arayışlarında zulüm görmezdik. Ortak sevinçlerimiz, ortak acılarımız vardı. Memleket meselesi deyince ‘bir’ olabilirdik.

Umutlanmak için zorlamazdım kendimi. Hayaller kurardım kendim için, ülkem için. Daha temizdik, daha mutluyduk, daha doğaldık, daha özgür, daha huzurlu ve güvendeydik.”

HAYAL ETTİĞİM GELECEK BU DEĞİLDİ

Karanlığın, yozluğun, kötülüğün sınırı var, dahası olmaz sandığım zamanlar. Savaş denilmeyen savaşları, pandemiyi, sessizce göz yumulan  soykırımı, büyük göç dalgalarını, ekonomik krizleri, alabildiğine kutuplaşmış bir dünya, ülke ve toplum düzenini, insanın teknolojiyle sınavını, adaletin şaşmış terazisini, köklerinden sarsılan bir hukuk düzenini, bilimsel tabandan uzaklaşan ideolojik bir eğitim sistemine geçişi, görülmemiş seviyede yoksulluk, yoksunluk, işsizlik ortamını, ne eğitimde ne işte olan gençleri, beyin göçünü, başkanlık sistemini, dünyada otokratların egemenliğini, medyanın, muhalefetin, sivil toplumun tasarımını, liyakat sisteminin yıkımını, demokrasinin temel unsurlarının zayıflamasını, derinleşen eşitsizliklerin, toplumsal şiddetin tırmanışını, kadın haklarının çiğnenmesini, çocukların korunamadığı, gençlerin çete ağlarına çekildiği, uyuşturucunun, zorbalığın küçük yaşlara yayıldığı zamanları, çevre talanını, doğanın, hayvanların katlini öngörememişim.

Atamızın, Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetini layık olduğu şekilde geleceğe taşıyacağımız umudundaydım. Ve kıymetli Türkan Saylan’ın “Eğer bir yerlerde bilime, demokrasiye, aydınlığa aç bir çocuk senin ışığını bekliyorsa, sönmeye hakkın yoktur. Işıldayacaksın” deyişindeki sorumluluk hissiyle aydınlığa çıkmayı, çıkarmayı umut ediyordum.

Hazırlıksız, naif, hoyrat hatta bencil ve dağınıktık; yeterince uyanık olamadık. Seçimlerimizin, seçmediklerimizin, susmalarımızın bedeli ağır oldu. Toparlanma zamanı.

KALAN ÖMRÜN ANLAMI,  KIYMETİ, FAYDASI OLMALI

“…Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum ...” 
Murathan Mungan

Ali Özgentürk'ün 'Selvi Boylu, Al Yazmalım' filmindeki unutulmaz repliğindeki gibi seçimlerimiz iyilikten, gerçeklerden, emekten yana olmalı. Ancak böyle soğuyabilir yüreklerimiz. Her şeyin geçici olduğu ve aslında kontrol edemediğimiz bu düzende kendilik halimizde, insanca, hakça, sevgiyle dayanışarak ilerlemenin hayali bile aydınlatabilir karanlığı. Vazgeçtiklerimiz, unutmadıklarımız, unutturmadıklarımız, tuttuğumuz sözler harcımıza karışa karışa ilerlemeli.

“Hayatın da bir kıvamı var. Enseyi karartabilirsiniz diğer bir deyişle. Zira her nasılsa bünyede hayatı sürdürmeye yarayan bir kıvam var. Kendi kendini, öfkeden, hüzünden çıkaran, ilerlemeye yarayan bir kıvam bu. Ölen çocuklara kahrolurken, çiçek açan ağaca bakmayı aynı anda akıl eden bir mekanizma... Ağır olmayan her şey hafif değildir. Çünkü... Hayatın bir kıvamı var." 
Ece Temelkuran

Yine ve yeniden hayalleri, umudu yeşertip senin ve benim yani hepimiz için başka bir dünya mümkün demek istiyorum. Kıvamı tutturarak, dayanışma ile nefes alarak, illaki bu devranın döneceğine, aydınlık günler göreceğimize inancı koruyarak, iyi insanlara, iyi tesadüflere tutunarak, bu zamanda iyi insan olmanın zor ve emek istediğinin farkında olarak yapa, boza, insanlık hallerimize anlayışla, savrulsak da vazgeçmeden günleri günlere ekleyerek… Yarın yeni bir gün, kalan ömrün ilk günü!

Sevgili ailem, eşim, can dostlarım, yol arkadaşlarım, yaşantıma eşlik etmiş şarkılar, kitaplar, içimi ısıtan anlar, harcıma karışan acılar, eksiklerim, hatalarım, iyi ki yapmışım dediklerim, tutkuyla hayata geçirmeye, şifa olmasına çalıştığım hedeflerim, hayatın kıvamını tutturmamı, büyürken iyi, nispeten temiz büyüyebilmemi sağlayanlarım, her birinize ve hepinize bütün kalbimle teşekkür ederim.

BUSINESS LIFE