CANAN ERCAN ÇELİK I BUSINESS LIFE YAZARI
Kulaklarımda t24 haberinde, Bolu, Grand Kartalkaya Hotel yangınından kurtulabilmiş ve yaşamını yitiren 36’sı çocuk 78 ‘can’ın karşısında adeta utandığını dile getiren Sevgi Selvi‘nin sözleri çınlıyor. Bir gencin derin hüznü ve insanlıktan yana hayal kırıklığıyla örülmüş olan bu cümlenin tınısı derin, ya dönüşüme etkisi?
Asgari müştereklerde dahi işleyen bir sistem ve disiplin olsa, birilerinin vicdansızlığına, para hırsına, siyasi hesaplara, sistem boşluklarını kullanma iradesine alan açan bu düzen engellenebilirdi. Son derece öngörülebilir olan yangın aslında önlenebilir ya da farklı şekilde ele alınıp kayıpların önüne geçilerek sonuçlandırılabilirdi. Maalesef öyle olmadığı gibi geride kalan Kartalkaya Aileleri kenetlenerek süregelen yozluk ve cezasızlık algısının yıkılması, sorumluların hesap vermesi, ilgili bakanlık yetkililerinin sürece dahil edilmesi, bir samimi özür dilenmesi, yitirilen onca değere en azından sağlanan adaletle borç ödenmesi, başka olayların, kayıpların önüne geçilmesiyle onurlandırılmaları için mücadele ediyor. Ne yazık ki süreçte giderek yalnızlaşıyorlar.
TOPLUMSAL ODAK DAĞILDI
21 Ocak’tan beri neredeyse 8 ay geçti. Bu arada, olaylar olaylara, travmalar travmalara, nice başka kayıplar, ihmaller haksızlıklar hayatlarımıza karıştı. Zamanında içtenlikle üzülsek, tepki göstersek de bir şekilde toplumsal odak dağıldı, yakın halkalar dışında hisler bütündeki yoğunluğunu kaybetti. Geriye kalan çoğunlukla olduğu gibi, neye tutunacağını, nasıl tepki vereceğini bilemeyen yorgun ve yaslı ruhlar oldu.
“İnsan öyle bir acının içinden geçiyor ki, en tanıdık duygular bile yabancılaşıyor.” Şengül Hablemitoğlu
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu bu durumu Nilay Örnek’le gerçekleştirdiği podcast’te Darcy Lewis’in ‘yurttaşlık hüznü’ kavramıyla açıklıyor. Yaşadığımız toplumda yurttaşlar olarak birçok olay ve travmalar diziniyle karşılaşıyor, bir tür duygusal yük birikimine maruz kalıyoruz. Bu yük ağırlaştıkça ortaya çıkan ruh hali ‘yurttaşlık hüznü’, yurttaşlık hüznünün kolektif boyuta geçmesi, topluma yayılması ise ‘politik yas’ olarak tanımlanıyor.
Bireylerin toplumda hissettikleri aidiyet duygusunun yanı sıra yurttaşlık kimliğinin getirdiği sorumluluklar, sosyal adalet ve toplumsal beklentilerle ilgili duyulan bu hüznün içinde kaybetme, ayrılma, dışlanma veya zarar görme korkuları da yer alabiliyor. Yurttaşlık deneyimleri, toplumsal konum sorgulamalarına, adalet arayışlarındaki zorluklara, toplumun değerleriyle çatıştıkları durumlara işaret ederek eşitsizlik, ayrımcılık veya sosyal dışlanma gibi durumlardan etkilenebiliyor.
Travmatik olaylar, kayıplar, kırılmalar, ani değişimler, felaketler, ekonomik eşitsizliklerle ortaya çıkan sosyal sınıf farkları, otoriter rejimlerde kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, toplumsal adaletin sarsılması, değerlerin yozlaşması ya da değişmesi bireylerin toplumlarına olan bağlılıklarında kayıp hissine, güvenlerinin sarsılmasına derin bir kolektif hüzne, yas duygusuna neden olabiliyor.
YAS DEĞİŞİMİ TALEP EDER
Yurttaşlık hüznü değişim talep ediyor, acıyla ve kayıplarla olan karşılaşmalar kaçınılmaz şekilde değişimi tetikliyor. Bir daha kayıplarla karşılaştığımız kesitteki kişi kalamadığımız, gelecekte bu kayıplarla yeni bir kişilik inşasına zorunlu olarak yönlendiğimiz eylemsel bir değişim. Öyle ki, bir anlamlandırma çabası, bu yaşananlar son olsun, tekrarlamasın isteği, iradesi ortaya çıkıyor.
Yöneticiler genelde bu değişim talebini, politik yası görmezden gelir, durumu kabullenmektense inkar etmeyi yeğlerse, yani yası boğmayı seçerlerse özünde toplumu nefessiz bırakmış oluyorlar. Sonuçta, umutsuzluk hissine, hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair bir duyarsızlık hali yaratabiliyor, isyan ve öfke hallerini besleyebiliyorlar.
SANIYORDUNUZ Kİ HEP TANIMADIKLARINIZ ÖLECEK!
Hablemitoğlu, bireysel yas kadar toplumsal yasın da önemine değiniyor. Türkiye gibi travmalarla yoğrulmuş ülkelerde, bazı toplumsal kayıpların yasının hiç tutulamadığını söylüyor. “Toplumca yas tutmamız gereken olayları hızla unutmamız bekleniyor. Yas tutmayı öğretmiyoruz, acıyı görmezden gelmeyi öğretiyoruz” diyor ve ekliyor: “Kolektif yasın yaşanmasına izin verilse iyileşmek daha mümkün olurdu.” Zamanla bu yas sürecinin yalnızca bireysel kayıplar değil aynı zamanda toplumun geçmişte yaşadığı kolektif acılar ve adaletsizliklerle de örtüşerek daha karmaşık bir yük haline gelmesini engelleyemezsek, bireylerin ve toplulukların ruhsal sağlığını etkilenmesi, sosyal ilişkilerin zorlaşması ve toplumsal bağların zayıflaması kaçınılmaz olabilir. Yaralarımızı şifalandırmanın yolunun yas boyutunda da aynı olması şaşırtıcı değil mi? Farkında olmak, kabullenmek, değişim için eyleme geçmek, dayanışmak, kayıplarla, eksiklerle yeni bireysel, toplumsal var olma hallerimizi, kimliklerimizi inşa etmek, birlikte iyileşmek, acıyı anlamlandırmak için niyet etmek ve emek vermek.
O zaman “Gerçekten hayatta bu kadar kötü insanların olduğunu bilmiyordum” diyen gence ve kendimize verecek cevaplarımız da olur.