PROF. DR. ACAR BALTAŞ I PSİKOLOG - BUSINESS LIFE BAŞYAZARI
Farkında olsak da olmasak da zihinsel olarak iki farklı dünyada yaşarız. Bu dünyaların birinde sosyal normlar diğerindeyse piyasa normları egemendir.1 Sosyal normların sınırları siliktir. Sosyal normlar sevgi, anlayış, fedakârlık, yardım etmek, komşuluk, arkadaşlık gibi hisseden beynin egemen olduğu bir dünyada yaşanır. Buna karşılık piyasa normlarının dünyası son derece kesin sınırlarla çizilmiştir. Ücret, maaş, prim, kâr gibi kavramlar kişinin bir ilişki içinde verdiğiyle almayı beklediği arasındaki dengeyi belirler. Batı kültürü her taşın ve parçanın yerli yerine oturarak bütünü tamamladığı bir mozaik, Türk kültürüyse renklerin özelliklerini koruduğu ancak geçişkenliğin bütünü tamamladığı ebrudur.2 Bu nedenle Türkiye gibi sosyal normların egemen olduğu bir kültürde piyasa normlarıyla sonuç almaya çalışmak çoğunlukla beklenen sonucu vermez.
Yapılan bir araştırmada 15 dakika süreyle deneklerden bir bölümüne iklim değişikliği ve hava durumuyla ilgili, bir bölümüne de borsa ve piyasa hareketleriyle ilgili anlamsız kelimeler verilerek bunlardan anlamlı cümleler oluşturmaları istenmiş. Daha sonra denekler dışarı çıkıp ücretlerini almaya giderken elindeki kalemleri yere döktüğü için yardıma ihtiyacı olan biriyle (gerçekte araştırma asistanıyla) karşılaşmaları sağlanmış ve deneklerin yardım davranışı izlenmiş. Piyasa normlarıyla ilgilenenlerin yardım davranışının, sosyal normlarla ilgilenenlere kıyasla daha düşük olduğu görülmüş. Araştırmanın farklı bir düzenlemesindeyse deneklerden zor sayılabilecek bir yap-bozu çözmeleri istenmiş. Bu grupta da piyasa normlarıyla zihinleri meşgul edilmiş olanlar daha geç yardım istemiş, daha az iş birliği ve yardım davranışı göstermiş.3
SORUNLARI MANTIKLA ÇÖZMEK
Bu araştırmaların ortaya koyduğu sonuç şudur: İnsanları piyasa normları üzerinde düşündürmeye başlarsak bunu izleyen süreçte kendi ilişkilerini de aynı normlar üzerinden konumlandırmaya devam ederler. Bunu bilmek iş hayatında, mahrem ilişkilerde, aile içinde çocuklarla ilişkilerde ve de sosyal ilişkilerde büyük yarar sağlar ve kişiyi önemli hatalar yapmaktan ve kendisini zor duruma düşürmekten kurtarır.
İş hayatında aldığı ücret veya konumundan memnuniyetsizliğini dile getiren çalışanına, “Aldığın ücretin brüt tutarı bu miktar ediyor, şirkete şu kadar liraya mal oluyorsun, beğenmiyorsan gidersin, senin yerine gelmeye can atan birçok kişi var” türünde kendince “mantıklı” açıklamalar yaptığını düşünen bir yönetici, çalışanının beyninde piyasa normları dünyasına girmiş olur. Bu dünyaya girildiği zaman çalışan bir “alacak-verecek” hesabı yapar. Bu hesap adalet terazisine vurularak yapılır ve bu terazi subjektiftir. Dolayısıyla kişi insan doğası gereği kendisini daima alacaklı görür. Alacaklı olma duygusu ise insanda huzur bırakmaz. İş hayatında özellikle satış örgütlerinde çalışanlar, rutin hizmetlerinin dışında harcayacakları her ek gayret için bir karşılık beklentisi içindedir ve üst düzey yöneticiler astlarının bu konudaki baskısını hisseder. Bu son derece sakıncalı bir durumdur. Böylesine özel ödül gerektiren durumların maddi karşılık yerine farklı ödül ve hediye seçenekleriyle karşılanması daha yerinde bir çözüm olur. Bir çalışana 10 bin lira karşılığında bir maddi ödül veya eşiyle bir hafta sonu tatili olmak üzere iki seçenek sunulsa çok büyük çoğunluk maddi ödülü tercih eder. Oysa söz konusu miktar daha gelmeden zihinde çoktan harcanmış olur. Buna karşılık eşle geçirilecek bir uzun hafta sonu tatilinin anıları hiçbir zaman unutulmaz.
“BİZ BİR AİLEYİZ”(!)
Günümüzde birçok şirket “aile” vurgusu yapıyor. Ancak bu noktada çok tehlikeli bir eşik var. Yöneten, sahip ve çalışanların aile olması taraflara karşılıklı sorumluluklar yükler. Aile vurgusunun yapıldığı ortamlarda çalışanlar hayatlarında önemli bir sorunla karşılaştıkları zaman yalnız bırakılmaz, işler biraz kötü gittiği zaman sosyal hakları ödenip kapı önüne konmaz. Sosyal normların öne çıkarıldığı ilişkiler uzun dönemli bir taahhüdü içine alır. Bunun gerçekleşmediği durumlarda yaşanan ikiyüzlülük çalışanlar tarafından bilinir ve “aile” söyleminin hiçbir değeri olmaz. Benzer ilişki yaklaşımı günümüzde şirketler ve müşteriler arasında da gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Şirketlerin bir bölümü müşterilerine müşteri gözüyle değil, “bir aile üyesi” veya “özel bir insan” gözüyle baktıklarını ifade eden, kişiye özel hizmet vaat eden bir duruş sergiliyor. Özellikle bankacılık alanında yaygın olan bu özel sevgi dolu aile ve sosyal norm vurgusu, kredi kartı borcunuzun iki gün gecikmesiyle, piyasa normları dünyasının soğuk ve katı gerçeklerine çarparak son bulur. Size de sevgi dolu vaatlerine kanarak güven duyduğunuz bankaya kızmak ve hayal kırıklığı yaşamak kalır.
SONUÇ
Sosyal normları ve piyasa normlarını karıştırmak son derece tehlikeli sonuçlar verir. Maddi ödüller kısa süreli hedefler için geçerli olabilir ancak uzun dönemde fark yaratacak olan sosyal normlardır. Türk kültürü gibi ilişki yönelimli bir kültürde çalışanlar sosyal normlarının gücünün farkında olmalı ve iş ortamında sinerji yaratmak için piyasa normlarından uzak durmalı.
(*) Bu yazı Remzi Kitabevi’nden yayınlanan “Akılsız Duyguların Cezasını Kararlar Çeker” kitabından değiştirilerek alınmıştır.
Kaynakça:
1. Clarc, MS, Mills, J. Interpersonal attractions in exchange of communal relationships. Journal of Personality and Social Psychology 1979; 37: 12-24.
2. Sevil, İ., Türkün Aklı Nasıl Çalışır, Hümanist
3. Vohs KD, Mead NL, Goode MR. The psychological consequences of money. Science 2006; 314(5802): 1154-1156.